İşgal altındaki Doğu Kudüs’te Yahudi yerleşimci örgütlerin girişimlerine karşı evlerini kaybetmemek için 45 yıl “hukuk” mücadelesi veren Filistinli Sub Leben ailesi, İsrail tarafından ramazan ayı öncesinde evinden atılacak.
Doğu Kudüs’ün Müslümanların bulunduğu Eski Şehir bölgesinde yaşayan Nura Gayt-Sub Leben (68), eşiyle ikamet ettiği, Mescid-i Aksa’ya komşu sokaktaki evlerinden kovulma tehdidi altında.
Yetişkin 5 çocuk sahibi Sub Leben çifti, onlarca yıldır yerleşimci örgütlerin tahliye davalarına ve bölgede Filistinlilere ait çok sayıda diğer ev ve mülkü ele geçiren Yahudi yerleşimcilere karşı mücadele veriyor.
İsrail’in Bölge Mahkemesi, Kasım 2022'de Atara Leyoshna yerleşimci örgütünün tahliye talebini onaylayarak, ailenin evinden atılmasına karar verdi. Yüksek Mahkeme’nin temyiz taleplerini reddetme kararı almasıyla birlikte ailenin 15 Mart'ta evlerinden atılması bekleniyor.
Ailenin, yerinden edilmelerini önlemek için İsrail makamları nezdinde yaptığı başvurularda tüm yasal yollar tükenirken, İsrail makamlarının müdahalesi dışında, tahliyeyi önleyecek bir yol görünmüyor.
- Ailenin 45 yıllık hukuk mücadelesi
Kudüslü Nura Hanım, İsrail mahkemelerinde yıllar süren çileli mücadelesini, davaları, evlerinden ayrılmaları için Yahudi yerleşimcilerden çektikleri eziyetleri AA muhabirine anlattı.
Sub Leben çifti, yaşadıkları daireyi ilk olarak 1954'te, o dönem Doğu Kudüs’ü kontrol eden Ürdün yönetiminden kiralamış ve “korunmuş kiracılık” statüsü elde etmişti. Bu statü, İsrail’in 1967’de Doğu Kudüs’ü işgal etmesinin ardından da bugüne kadar devam etti. Aile, Genel Muhafızlık adlı İsrail’e bağlı kuruma kira ödemeyi sürdürdü.
Ancak Sub Leben ailesi, bu statüye rağmen, 1978'den beri, önce Genel Muhafızlık, ardından Atara Leyoshna örgütü tarafından tahliye tehdidiyle karşı karşıya kalınca 45 yıl boyunca hukuki mücadele verdi.
Aile, ikamet ettikleri dairenin haklarını ele geçirmeye çalışan Atara Leyoshna’nın ısrarlı girişimlerini geçmişte defalarca püskürttü.
Atara Leyoshna, Doğu Kudüs’ün Silvan semtindeki toplu tahliye davalarının arkasında olan ve Eski Şehir’deki tarihi Hıristiyan mülklerini devralmaya çalışan önde gelen yerleşimci örgütlerinden “Ateret Cohanim” ile bağlantılı faaliyet gösteriyor.
Aynı binada yaşayan diğer Filistinli aileler yıllar içinde kademeli olarak tahliye edildi ve daireler Yahudi yerleşimcilere teslim edildi.
Genel Muhafızlık, 2010’da, dairenin haklarını Atara Leyoshna örgütüne devretti. Atara Leyoshna, bu kararın hemen ardından Sub Leben ailesine karşı tahliye davası açtı. Alt mahkemeler, yerleşimci gruplar lehine ailenin tahliyesine karar verirken, dava 2016 yılında İsrail Yüksek Mahkemesine taşındı.
- Çocukları annelerini ziyarete gelemedi
Yüksek Mahkeme, Filistinli aileye evlerinde ancak 10 yıl daha kalabileceklerine ve ardından korunmuş kiracılık statüsünün feshedileceğine hükmetti.
Mahkeme, bu zaman zarfında, üçüncü nesil kiracılar oldukları gerekçesiyle, Sub Leben çiftinin çocuklarını evde ebeveynleriyle birlikte yaşamaktan menetti.
Çocuklarından ayrı yaşamak zorunda bırakılan Nura Hanım, bu durum nedeniyle karşılaştıkları sıkıntıları anlatırken yaşadıkları bir hadiseyi, “Hatırlıyorum, ilk kez oğlum Ahmed beni ziyaret etmek için bir gün eve gelmişti. Buradaki Eli adlı bir yerleşimci onu durdurdu ve ‘anneni ziyaret etmen yasak’ diyerek polis çağırdı.” ifadeleriyle aktardı.
- Yerleşimci örgütü erken tahliye fırsatını kaçırmadı
Katı koşullar altında verilen 10 yıllık bu süre bile yerleşimcilerin tahliye çabaları durdurmaya yetmedi.
Bir ay süreliğine umre ibadeti için evinden ayrılan Nura Hanım, ardından geçirdiği hastalık nedeniyle birkaç ay evinden uzak yaşamak zorunda kaldı. Önce hastanede, ardından, bakıma ihtiyaç duyduğu için, “bastonla ayağa kalkabilene kadar” çocuklarının evinde yaşadığını hatırlattı.
Bunu fırsat bilen yerleşimci örgütü, 2019 yılında, “evlerinden uzun süre uzakta kalarak korunmuş kiracılık şartlarını ihlal ettiklerini” iddia ederek aileye karşı bir tahliye davası daha açtı.
Sub Leben çiftinin tekrarlanan sağlık sorunları nedeniyle evlerinden uzakta vakit geçirdiğini gösteren kanıtlara, hastane belgelerine rağmen, İsrail mahkemesi, yerleşimci grubun açtığı davayı kabul etti. 10 yıllık kiracılık hakkını bozarak, erken tahliyeye hükmeden mahkeme, ailenin temyiz talebini de reddetti.
Böylelikle, mahkemenin 2016’daki kararına göre 2026 yılına kadar evde kalma hakkına sahip olan Filistinli ailenin, 15 Mart’ta evlerinden atılmaları kesinleşmiş oldu.
- “Filistinliler için hukuk yok”
Sağlık koşullarına rağmen mahkemenin tahliye kararı vermesini değerlendiren Nura Sub Leben, “Hukuk yok. Filistinliler için hukuk yok. Eğer dünya, Filistinliler için bu topraklarda hukuk olduğunu düşünüyorlarsa yanılıyorlar.” dedi.
Geçirdiği omurga rahatsızlığının onu bir süre yatağa mahkum ettiğine işaret eden Sub Leben, şunları söyledi:
“6 ay yatakta kaldım, kalkamadım. Bastonla ayağa kalkabilecek hale geldiğimde evime geri döndüm. Ama evime kamera koymuşlar. O kameralar hala duruyor. Görüntülüleri mahkemeye göndererek, ‘Aylardır evine gelmiyor.’ diye şikayet ettiler.
Nasıl evimden ayrılmayayım? Hasta bir kadınım. Çocuklarımın yanına gitmem gerekiyor. Kalbimden rahatsızım, kaç defa hastaneye kaldırıldım. Eşim de hasta. Çocuklarım gelemediği için ben onlara gitmek zorunda kalıyorum. Ama buna yasak diyorlar.
Kapılarda kameralar var. 24 saat izliyorlar. Çıktığımız zamanı da döndüğümüz zamanı da biliyorlar. Evimizde değil hapishanede gibiyiz. Kameralarla ve yerleşimcilerle çevriliyiz. Altta 2 yerleşimci, (farklı yönleri işaret ederek) bu tarafta bir, şu tarafta da bir yerleşimci yaşıyor.
Biz herkesle yaşayabiliriz. Biz hakkı ve barışı önemseyen insanlarız. Ama onlar yaşamak istemiyor. Müslüman, Arap ve hatta Hristiyanları da kovarak yerlerine siyonistleri yerleştirmek istiyorlar. Yahudi demiyorum, çünkü ben ırkçı değilim. O yüzden siyonist diyorum.”
- “Evim gitti demeyeceğim, ‘esir oldu’ diyeceğim”
Verdiği mücadelenin, “sadece kendi davası değil tüm Kudüslülerin davası” olduğunu vurgulayan Sub Leben, “Kudüs’te benimki gibi çok dava var. Hayatım yerleşimcilerin arasında geçti. Sayısız davalar, duruşmalar başıma geldi. Ama mücadeleye devam ediyorum. Direniyorum. Burada kalmakta ısrar ediyorum.” diye konuştu.
Evinin salonundaki pencereden görülen, Mescid-i Aksa’daki Kubbetü’s-Sahra’nın "altın renkli" kubbesini işaret eden Sub Leben, bu manzarayı “sanki cennete bakıyor gibi” şeklinde tarif ediyor.
Kudüslü kadın, evinin kendisi için ifade ettiği anlamı ise şu sözlerle özetledi:
“Bakın, Kubbetü-s Sahra’yı buradan görüyorsunuz. Onların istediği işte bu manzara. Bu manzara bizim için cennettir. Bize can verir. Bunu istemiyorlar. Bu evi alacakları zaman, ‘evim gitti’ demeyeceğim, ‘esir oldu’ diyeceğim. Ve bir gün bu esaret bitecek. Çocuklarım zamanında olmazsa, torunlarım; torunlarım olmazsa onların torunları zamanında bitecek. Bizim köklerimiz bu topraklarda. Bizi söküp atamazlar.
Ben bu evde doğdum. Tüm hatıralarım, mazim bu evde. Maziyi, bugünü ve geleceği ezip geçmek istiyorlar. Bizi boğuyor, hapsediyorlar. bizim yaşadığımız, kelimenin tam manasıyla bu zulüm ve baskıyı dünyada kimse yaşamamıştır.”
- “Hakim de onlar, cellat da”
Sub Leben, ilk yıllarda davalarına bakan İsrailli hakimlerin daha tarafsız olduğuna dikkati çekerek, bu durumun özellikle son 20 yılda büyük değişim geçirdiğini vurguladı.
Son yıllarda davalara bakan hakimlerin bile yerleşimci olduğunu dile getiren Sub Leben, “Hakim de onlar, cellat da. Bizim ise direnmek ve sabretmekten başka çaremiz yok.” ifadelerini kullandı.
Ailenin, bölgedeki yerleşimcilerden çektiği eziyetler ise örneklerini saymakla bitmiyor.
Yıllar önce yerleşimciler, geçmişte Sub Lebenleri evden çıkmaya zorlamak için dairesine çıkan merdivenleri kapatmış. Aile fertleri, Bölge Mahkemesi 2001'de merdivenin mührünün kaldırılmasını emredene kadar, 15 yıl boyunca dairelerine bir komşunun evinden açılan birimden girilebilmiş.
Sub Leben, İsrail mahkemelerinde verdiği mücadelenin yanı sıra, “komşu” yerleşimcilerden gördüğü eziyetleri, şu sözlerle anlattı:
“Geçen sene komşumuzun bir kızı sokaktayken bir yerleşimcinin saldırısına uğradı. Bir gün de yerleşimcinin biri sokakta küçük kızlara biber gazı sıkmıştı. Bu tür olaylar çok oluyor. (İsrailli) Polis geliyor ama bizi savunmuyor. Biri yerleşimcinin birine vursa başına gelmeyen kalmaz. Ama yerleşimci vuruyor, tükürüyor, eziyet ediyor ama kimse ona bir şey demiyor.
Taş atıyorlar, eskiden korkudan çocuklarımı terasa çıkaramıyordum taş atıyorlar diye. Müzikler açıp danslar edip, kapımızda (Yahudi dini ritüeli olarak) şamdan yakıyorlar. Komşunun Müslüman olduğunu bildiğin halde neden kışkırtıyorsun? Benim mutfağım çok küçük, o yüzden gazı evin terasına koyuyorum. Yukarıdaki komşu özellikle su akıtan çamaşırları ve ıslak şeyleri asıyor benim terasıma su gelsin diye. Evimin bir bölümüne ev koyup kendi evlerine kattılar. Şikayet etsem de sonuç alamadım. Bir santim ne kadar küçük değil mi? Araplara ait bir santimlik yeri bile ele geçirme fırsatları olsa onu bırakmazlar, alırlar. Kanser gibiler. Vücudumuza parça parça yayılıyorlar.”
- Doğu Kudüs, yerleşimci örgütlerin istilası altında
Filistin mahallelerinin kalbindeki yasa dışı Yahudi yerleşimlerini genişletmek için yürütülen tahliye davaları, İsrail makamlarıyla işbirliği içinde çalışan yerleşimci gruplar tarafından, ayrımcı İsrail yasalarına dayanılarak sunuluyor.
Sub Leben ailesi ve benzer durumdaki diğer Filistinli ailelerin tahliye davaları, yerleşimci gruplar tarafından İsrail’in 1970 tarihli Hukuki ve İdari İşler yasasına dayandırılarak açılıyor.
Söz konusu ayrımcı yasa, şu anda bu mülklerin çoğunda Filistinlilerin yaşamasına rağmen, 1948'den önce Doğu Kudüs'te Yahudilere ait olduğu iddia edilen varlıklar için uygulanıyor ve yalnızca Yahudilere toprak iadesi hakları sağlıyor.
Filistinlilerin, şu anda Yahudilerin yaşadığı, 1948’de İsrail kurulmasının ardından İsrail topraklarında kalan mülklerini geri almaları içinse hiçbir paralel yasal mekanizma mevcut değil. Tam tersine, 1950 tarihli “Gaiplik Yasası”, 1948 savaşı sonrası İsrail'e dönüşen topraklarda evlerini terk etmek zorunda kalan Filistinlilerin bu mülklerini geri almalarını kesin bir şekilde engelliyor.
Tahliyeyle karşı karşıya kalan Filistinlilerin çoğu, 1948'de İsrail tarafında evlerini kaybeden ve şimdi ikinci, hatta üçüncü kez yerinden edilmek üzere olan Filistinli mültecilerden oluşuyor.
İsrail devlet organlarının ve uluslararası Siyonist kuruluşların desteğini alan yerleşimci örgütleri, eski Yahudi sahipleri olduğu iddia edilen kişilerle veya burada oturanlarla hiçbir ilişkileri olmamasına rağmen, bu evlerin mülkiyet haklarına çeşitli yollarla el koymak için çalışıyor.
İsrail Adalet Bakanlığına bağlı Genel Muhafızlık birimi de yerleşimci örgütlerin 1970 tarihli yasa yoluyla Filistinli ailelere karşı tahliye davaları başlatması ve bu mülkleri Filistinlilerden “geri alması” için yasal platform sağlıyor.
(AA)